Ucuz uçak bileti avcılığı yaptığım bir gün Avrupa’nın en çok bilinen low cost havayollarından biri olan Ryanair’in Malta – Madrid arası kampanya yaptığını gördüm. Tam kimseye sormadan bileti almaya niyetlenmiştim ki, yalnız gitmek olmaz deyip bi arkadaşıma daha durumu bildirdim. O arkadaşımın İspanya macerası Barcelona’dan ibaret olduğu için ve kendisi Barcelona’ya gittiğinde gıda zehirlenmesi geçirdiği için Madrid’e gitme konusuna çok sıcak bakmıyordu ama gösterdiğim bir kaç fotoğraf sonrası kolayca ikna oldu.
Arda Turan’ın Athletico Madrid takımında oynamaya başlamasıyla beraber ülkemizdeki bilinirliği gitgide artan bu şehrin popüleritesi Arda’yla beraber Barcelona’yla yarışıyor hale geldiğinden, ben de “acaba Arda’yı görür müyüm” diyerek dikkatli dikkatli sokaklarını arşınladım ve “iyi ki gelmişim, kesin bir daha gelmeliyim” diyerek evime geri döndüm.
Madrid tavsiyelerime öncelikle kaldığım otelden bahsederek başlamak istiyorum.
Avrupa’nın çok fazla turist çeken hemen her şehrinde olduğu gibi burada da otel fiyatları ortalamanın birazcık üzerinde. Bizim amacımız şehri yürüyerek gezmek olduğu için mümkün olduğunca merkezi bir yerden otel bulmaya çalıştık ve booking.com sayesinde One Shot 23 isimli butik, şirin, temiz ve çok tatlı çalışanları olan, şehrin göbeğindeki bu oteli bulduk. (Haritadaki yeri için tık tık)
Calle del Prado isimli sokaktaki bu otelden meşhur Sol Meydanı’na yürüyerek gitmek 10 dakika, diğer bir meşhur meydan olan Plaza Mayor’e gitmek ise 15 dakika. Tabii ki buralara kadar yürüyen insan Sol Meydanı’ndan yukarı doğru kaptırıp durmadan bi 5-10 dakika daha yürürse kendini birden yan yana dizili mağazalarıyla ünlü Gran Via’da buluveriyor.
Madrid’i Madrid yapan şeylerin başında hepsi birbirinden ünlü müzeler geliyor olsa da ben hiçbir şekilde müze insanı olmadığım için zamanımı şehri sokak sokak yürüyüp hepsi birbirinden güzel, mimari açıdan kendine hayran bırakan yapıları izleyerek değerlendirmeyi tercih ettim.
Yine otelden yürüyerek ulaşabildiğimiz Almuneda Katedrali ve hemen yanındaki Royal Palace of Madrid benim için “iyi ki gördüm” dediğim yerler arasındaydı.
Bizim için Taksim Meydanı neyse Madridliler için de Sol Meydanı o olduğundan şehrin en çok turist çeken noktası burası. Her gidenin muhakkak önünde en az bir selfie çekildiği meşhur ayı heykeli de bu meydanda bulunuyor.
Sol Meydanına kadar gelmişseniz ve eğer siz de benim gibi yemek yemeyi çok seviyorsanız, hayatım boyunca yediğim en güzel eklerin yapıldığı La Mallorquina’ya uğramadan geçmeyin derim. “Özellikle şunu yemelisiniz” demeyeceğim çünkü tercih edeceğiniz herhangi bir tatlı şüphesiz ki hali hazırda güzel geçiyor olan gününüzü daha da güzelleştirecek. Peki nerede bu La Mallorquina diyecek olursanız haritada tam olarak şurada görünüyor.
Hazır yemek yemekten bahsediyorken bir de restaurant tavsiyesinde bulunmadan geçmeyelim. Eğer et yemekleriyle aranız iyiyse benim yerken “sanırım cennetteyim” dememe sebep olan yemeklerin mekanı, adından da anlaşılacağı üzere Arjantin mutafağının Madrid temsilcisi olan La Cabaña Argentina isimli restaurantı gözüm kapalı tavsiye ederim.
Bunun dışında, gidip hem servisi hem de yemeklerinin lezzetiyle çok memnun ayrıldığımız başka bir mekan olan, otelin 25 m. kadar ilerisindeki Lamucca de Prado da tavsiye edebileceğim diğer bir mekan.
Peki Madrid’e kadar gidip tapas yemedim mi? Yemedim. “Yok artık!!” diyebilirsiniz, haklısınız, ama yanımdaki arkadaşım bir tapas macerası sırasında gıda zehirlenmesi geçirdiği için gördüğümüz her tapas mekanından el sallayarak yavaş yavaş uzaklaşıyorduk.
Yeme içmeden konuşuyoruz madem, Mercado San Miguel’den de bahsetmeliyim. İngilizce’de “food market” denilen bu yeri Türkçe’ye kapalı gıda pazarı diye çevirsem çok komik olmaz diye düşünüyorum. Yani bizim bildiğimiz “gel abla gel” diye bağırılan bir pazar değil de, çeşit çeşit yemeklerin, meyvelerin, sebzelerin satıldığı, bir yandan atıştırmalık yemeğinizi yerken bir yandan kırmızı şarabınızı içebileceğiniz bir ortamın olduğu, akşamları ışıklandırmasıyla insanın yüzüne gülümseme yerleştiren bir pazar. Bizim bugün gördüğümüz haline 2009 yılında yenilenerek kavuşmuş olsa da, aslında pazarın tarihi 1916 yılına kadar dayanıyormuş. Aşağıdaki fotoğrafı da o pazarda çekmiştim.
3 gece 4 günümü geçirdiğim ve çok beğendiğim, yine olsa yine giderim dediğim bu şehirde gitmenizi tavsiye edebileceğim diğer yerler ise; zamanınız bolsa ve alışveriş yapmak istiyorsanız, şehrin biraz dışında kalan fakat trenle ulaşabileceğiniz Las Rozas isimli bizim Forum Bornova kıvamındaki alışveriş merkeziyle, şehrin tam göbeğindeki, “keşke İstanbul’da da böyle bir yer olsa” diye kıskanıp iç geçirerek gezeceğiniz yemyeşil Buen Retiro Park (Parque de El Retiro) olur.
İyi eğlenceler! : )
Bi de ben ekleyeyim, geçen sene gittim Madrid’e..Barselonadan daha havalı bulduğum, sokaklarına kraliyet şehri olmasının verdiği yapılar işlemiş tam bir başkent bence(hani Barselona İstanbul, Madrid Ankara derler ya, değil işte!)genelde turla seyahat etmeyi sevmem ama bi turla gitmek durumunda kaldık ve en büyük avantajı tur rehberimizin bizim futbol maçlarının tercümanı olacak kadar ülkeye işlemiş, yemekten iyi anlayan bir Adanalı, 12 yıldır Madrid’de yaşıyor olmasıydı..ondan öğrendik ki bizde nasıl sokakta ekmek arası döner,dürüm yenirse orada da ekmek arası kalamar yenilirmiş! Ve hayatımın en güzel kalamarını denizden kmlerce uzaktaki Madrid’de yedim..mercado sen miguel e çok yakın yol üstü küçük bi restoranda yedik biz..denk gelen gören olursa bu ne demesin, denesin :)