2012 yılının Eylül ayında ziyaret etmiştim bu şehri. Öyle uzun uzun düşünmeden koyulmuştuk yola 3 arkadaş. Üçümüz de ilk kez ziyaret ediyorduk ama son olmayacağını da tahmin ediyorduk.
3 saat süren yolcuğumuzun ardından Schipol havalimanına vardık.
Otele varmak için tren mi kullansak taksiye mi binsek diye pek düşünmedik zira kalacağımız yerin Zuid tren istasyonu’ndan sadece 6 dakika yürüyüş mesafesinde olduğunu biliyorduk.
Otele yerleşir yerleşmez dışarı attık kendimizi. I Amsterdam City Card aldığımız için 3 gün boyunca bütün toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanabilecektik.
Tramvaya bindikten 20 dakika sonra merkez tren istasyonundaydık ve yaptığımız ilk şey koca birer paket Belçika usulü patates kızartması yemekti… : )
Hava serindi ama çok soğuk değildi. Bir t-shirt üstüne ince bir ceketle bütün geziyi tamamlayabilmiştim.
Biz genelde yürüyerek gezmiştik ama malumunuz yerli halk her yere vızır vızır bisikletle gidiyor. Hiçbir şeyi değil de o güzelim bisiklet yollarını ve park yerlerini çok kıskanmıştım…
Ve işte benim favorim Heiniken müzesi…
Biranın da müzesi mi olur demeyin gidin, hiç ama hiç pişman olmayacaksınız. Eski bira fabrikasının müze haline dönüştürmüşler, hem Heniken markasının tarihine tanık oluyorsunuz hem de biranın nasıl yapıldığını adım adım görüyorsunuz.
Gezi bitince bir de beleş bira veriyorlar, içiyorsunuz soğuk soğuk.
Amsterdam denilince akla ilk gelen şeylerden birisi tabii ki Red Light District. Gündüz pek bi numarası olmayan bu yer akşamları canlı sex showlarının yapıldığı garip bi et pazarına dönüşüyor.
Bu fotoğrafı da oraya giderken yolda çekmiştim. Prezervatif dükkanı.
Kanalları, bisikletleri, yeşili ve müzeleriyle muhteşem bir şehirdi Amsterdam.
Fırsatı olan herkese en az bir kere muhakkak gitmesini tavsiye ederim.
ben de geçen yaz arkadaşlarımla gitmiştim. amsterdam-paris gezimizin ilk ayağıydı. dürüst olmak gerekirse paris için heycanlanırken amsterdamı daha çok sevmiştim:) kesnlikle defalarca gidilebilecek bir şehir amsterdam.